16 Temmuz 2014 Çarşamba

LİZBON'A GECE TRENİ



Yoğun ve koşturmacalı bir dönemden sonra beni en çok rahatlatan şey okumaktır. Şu an kafamda çok şey var ama hiçbir şey yok durumundayım. Bir düzene girmem ve her şeyi yerli yerine koymam için bu yaz dönemi çok iyi gelecek. Okurken de zihnimin raflarına fikirleri yerleştiren kitapları çok severim. Beni motive eden ya da hayal etmemi sağlayan. İşte böyle kitaplardan birini henüz yeni bitirmişken paylaşmak istedim. Duyguları, var oluşu, ölümü, yaşamı ele alan bir kitap ama yaz sıcağında "beni rahatlatan kitapları severim." diyenlere sıkıcı ve bunaltıcı gelebilir.
Bir kitabı okurken, kahramanı ve ortamı hayal edebildiğim ve oradaymış gibi bana o duyguları yaşatabilen kitapları severim. Bu kitap da benim için bu tarife uyan kitaplardan biri. Kitabı okurken,  Lizbon'lu doktoru gördüm  ve düşünceleriyle beni de farklı yollara götürdü. Hatta bu sayede portekizce gibi bir dili öğrenmeye karşı ilgimin de arttığını söylesem abartı olur mu bilmiyorum.
Ansızın hayatına giren bir kadınla yaşamı değişen ve kadının verdiği bir notla kendini bulduğu Lizbon'da, bir doktorun yaşamı üzerinden kendi yaşamını sorgulayan bir dil öğretmeninin içsel yolculuğu anlatılıyor. Doktor'un yaşama, ölüme, duygulara hatta anne babalığa dair deneme yazılarının üzerinden doktor'un hayatına değiyor, hayatına etki ettiği, onu etkileyen kişilerle tanışıyor.  Ama bu dokunuş  kendine de değmesini sağlıyor. Bu yolculuk fiziksel bir yolculuktan öte ruh'a bir yolculuk, doktorun üzerinden kendi ruhuna bir yolculuk. Okuyucunun da kendine yolculuğu.

"Birer nehirdir hayatlarımız adına ölüm denen, o denize doğru akan" sözüyle açılışı yapan kitapla kendi içsel yolculuğunu farklı bakış açısı ile görmek isteyenlere Pascal Marcier'in kitabı tavsiye edilir.


Hiç yorum yok:

Problem Çözme Süreci - 2