Tarihten bildiğimiz gibi Sezar,
işgale giderken “Alea iacta est- zar atıldı” sözünü söylemiştir.
Bir sohbet sırasında babamdan
Sezar’ın hikayesini duyduğumda, ilgimi çeken noktasıyla değişim sürecinde olan
bir kişi olarak düşünmeye başladım:
Doğa bile aynı kalmıyor. Yaşam
değişiyor, dönüşüyor. Aslında hepimiz için
yaşam içinde öyle veya böyle zarlar atılıyor ve yaşantımız şekilleniyor. Değişim,
realitemizin doğal bir parçasıyken değişimi kabul etmek her zaman kolay
olmuyor. Çünkü biz insanoğlunu diğer canlılardan ayıran yaşama atfettiğimiz
anlamlar ve duygular oluyor. Duygu yoğunsa kabulleniş de zaman alıyor. Değişimler,
insanın deneyimlerini artıran ya da var oluşunu destekleyen süreçler olarak
bizi etkiliyor.
Bizler, anne karnına düştüğümüz
andan itibaren değişiyoruz ve dönüşüyoruz. Ancak yıllar geçtikçe değişimlere
karşı esnekliğimiz neden azalıyor? Çocuklar değişimler karşısında daha açıkken,
büyüdükçe değişimler bizi niye korkutuyor? Değişimlerle karşılaşıp
deneyimlerimiz artıkça aslında daha esnekleşmemiz gerekirken niye daha az
değişim isteği duyuyoruz? Deneyimler, daha güvenli limanlara sığınmayı ya da
stabil kalmayı mı daha cazip hale getiriyor? Bu soruların tam cevaplarını
bulabilir miyiz? bilmiyorum.
Yaşamın ne kadar rotasını
çizmeye çalışsak da yollar olması gereken şekilde yine bizi götürüyor. Suyun
kendi yolunu bulması gibi. Bizim için zarlar atılıyor ve yaşamamız gerekeni
yaşıyoruz. Yaşadığımız her şeyin bizde oluşturduğu bir etkisi var. Çocuklarımız
da bunun iz düşümünü yaşıyor.
Bir düşünür de şöyle diyor; “hayatta
kalmamızı sağlayan ve başarıyı getiren şey, değişimlere ne kadar açık
olduğumuzdur.”
Çocuklar öncelikle bir düzene
ihtiyaç duysalar da, değişimlere karşı belki deneyim azlığından belki de zihin
daha tam fikirlerle, ön yargılarla ya da yönlendirmelerle şekillenmediğinden
daha esnek ve aslında donanımlıdırlar. Nasıl bir ironiyse!!! Ancak onları en
güvendikleri yakınlarının tepkileri, değişimler karşısındaki duruşları
şekillendirir ve onlar da kendi içlerinde bir sistem oluşturmaya, davranış
repertuarlarını geliştirmeye başlarlar. ( doğuştan getirdikleri yapıya ek
olarak) Güvendikleri insanların duruma karşı gösterdikleri reaksiyonlara göre
olaylara anlam atfederler. “Bu durum korkulması gereken bir durum ya da böyle
bir olayda kaygılanmalıyım.“ gibi kendilerince yaşantıları anlamlandırırlar.
Bu yaşantılardan biri de,
değişimlere karşı olan duruşumuzdur. Yaşanması olası bir değişimde, “Değişimler
ya da yaşantılar karşısında çocuğum ne hisseder?” den öte bence “ yaşananlar
karşısında ben ne hissediyorum?” ile başlamak bizi daha geliştiren bir nokta
olacaktır. Aynı uçaklarda önce oksijen maskenizi kendinize sonra çocuğunuza
tutmak gibi. Önce siz kendinizi duygu ve düşüncelerinizle pişirmelisiniz ki
sonra çocuğunuza değebilin. Çünkü biz yetişkinlerin birer yansımasıysa
çocuklarımız, kendilerini var edebilmeyi de böyle öğrenebileceklerdir.
Yaşam bizi farklı yönlere
götürüyor, götürecek, götürmeli de ama atılan zarlara göre neyi nasıl
yaşayacağımız ya da yaşatacağımız bizim elimizde!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder