Demir almak
zamanı gelmişse bu zamandan
Meçhule doğru bir
gemi kalkar bu limandan.
Dizeleri ile
devam eden Yahya Kemal Beyatlı’nın “Sessiz Gemi” şiiri herkes için çok
bilindiktir. Çok sevdiğim şiirlerden biri olması yanında Hümeyra’nın yorumu da
her dinlediğimde beni çok etkiler. Şiir farklı bir anlamı içeriyor olsa da şu
an aklımdan geçenleri düşünerek farklı bir duygu ile yorumluyorum bu dizeleri.
Ebeveyn olmak
bambaşka bir boyut. İçgüdülerle hareket edip bazen mantığı devre dışı
bıraktığınız, zaman zaman aklın ve duyguların karıştığı bir rol.
Mesleğimden dolayı
anneliği daha kolay kotaracağımı hep söyleseler de böyle bir şey yok. Bir
şeylerin eğitimini almak, tecrübe etmek, annelik gibi bir alanda duyguların
devreye girmesi ile farklı bir boyut kazanıyor. Anne olmak başka bir şey,
psikolog ya da psikolojik danışman gibi o alanın uzmanı olmak bambaşka bir şey.
Hepimizin farklı farklı rolleri var. Evde rollerimiz değişiyor, kimimiz anne
kimimiz baba kimimiz kardeş rolüne bürünüyoruz. Evde işler, profesyonel roller üzerinden işlemiyor, hiç
birimiz müdür olarak ya da avukat ya da doktor olarak devam etmiyoruz evdeki sürecimize.
Böyle bakmayı da samimi bulmuyorum
açıkçası.
Anne rolümle aile
içinde çocuklarımla benim de yaşadığım farklı süreçler olabiliyor. Böyle
deyince her zaman ki gibi “mum dibine
ışık vermezmiş.” Ya da “terzi kendi söküğünü dikemiyor demek ki!” gibi
yorumları şimdiden duyabiliyorum. Evde profesyonel olmak değil, anne baba olmak
gerektiğini düşünüyorum. Çünkü çocukların her şeyden öte anne ve babaya
ihtiyaçları var. Bu noktada ben de kapıdan girdiğim an, hatalarımla,
yanlışlarımla, tüm duygu süreçlerimle sıradan bir anne oluyorum.
Lafı çok
uzatmayayım. Neden bunları anlatıyorum? İki çocuk annesi olarak, doğdukları
andan itibaren pek çok süreçleri ben de çocuklarımla yeniden deneyimliyorum. İki
çocuğumdan biri olan oğlum, ergenlik süreçlerini yaşamaya başlamış 13 yaşında
bir delikanlı artık. İlk çocuk olması nedeniyle, ergen anne babası olmayı
onunla beraber biz de hayatımızda ilk’ler içinde deneyimliyoruz. Bu yazımı
sadece kendi gözlemleri olan bir psikolojik danışman gözüyle değil, anne tarafımı da işin içine katarak yazıyorum.
Hem anne hem de mesleki tarafımla bildiğim ve deneyimlediklerimi içimden
geldiği gibi çok da düzenlemeden özetlemek istedim.
Fiziksel değişimler
yanında, son birkaç aydır sosyal ve duygusal değişimler daha da hızlandı. Birkaç
satır önce dediğim gibi kanının deli dolu aktığı zamanlar. Bir ebeveyn olarak
bu değişimlere ayak uydurabilmek için bize de bir uyum süreci gerektiğini
düşünüyorum. Literatürü okuyup takip etsem de, 18 yıldır ergenlerle bir ara da
olup danışmanlık yapsam da anne olarak, kendi öz deneyimimi yaşamak bambaşka
bir tecrübe. Benim de çıkmaza girdiğim,
oturup kara kara düşündüğüm, kafama taktığım, kendimi sorguladığım zamanlar
oluyor.
Yanımda boyum
kadar bir oğlumun olması bambaşka bir duygu. Baktıkça ne zaman bu kadar büyüdü?
diye kendime sormadan duramıyorum. Gururla karışık mutluluk yanında, şu yaşa
kadar sakin, uyumlu, temkinli bir çocuk olmasının getirdiği rahatlık, yakın ve
sıkıntısız bir iletişimimizin olmasının keyfinin yerini çok kısa bir süre
içinde araya giren mesafeler, evde iki yabancıymışız halleri, azalan iletişim,
çoğalan karşı tavırlar, kendince aldığı kararları uygulama deneyimleri ve yavaş
yavaş kontrolün azalmaya başlaması girince, bu yeni süreci sindirmeye; “Şimşek
McQueen hastası küçük oğlumun adam gibi karşımda dikilmesine alışmaya
çalışıyorum. Teorik olarak biliyorum ama duygusal olarak bu yeni durumu
anneliğimle tecrübe ediyorum.
Zaman zaman evdeki
işlerin planladığım ya da düşündüğüm gibi gitmemesine duyduğum öfkelere,
duygusal olarak uzaklaşmasına karşı yaşadığım burukluğa, güvenliği ya da
öncelikleri ile ilgili hissettiğim kaygılara, söylemeden kendince aldığı
kararlar sonucu yaşayacağı olası olumsuz sonuçlara karşı endişelerime, inatlaşmalarına ya da karşı gelmelerine
yönelik kızgınlıklarıma, çabuk geçen zaman, hızla büyüyen çocuklarımla beraber
kendi adıma yaş alma sürecim ve kendi gençliğimin giderek orta yaşa dönmesine
yönelik duygularım da eşlik edince iyice karışıyorum. Anneliğin getirdiği bu
karmaşıklığı benim de sindirmeye ihtiyacım oluyor. Benim içimde de kendi adıma sorgulamalarım
artıyor. Değişimleri düşününce hüzünlendiğim de oluyor. Onlar çocukluktan
çıkmanın hüznünü bizler de gençliğimizi geride bırakmanın hüznünü bir arada yaşıyoruz.
Ergenliği biraz da karıştıran biz ebeveynlerin de kendi yaş dönemleri ile
ilgili kendi içlerine dönmeleri oluyor. Yani çocuklar ve ebeveynler
olarak, bir başka limana doğru yol
alırken geride bıraktıklarımızla beraber yeni yaşayacaklarımıza da yelken
açıyoruz. Bilinmeyene, meçhul olana doğru.
Ergenlikle
beraber, artık oğluma eskisi gibi sarılamamanın, ortak alanlarımızın
azalmasının hüznünü daha bir hissediyorum. Ailenin yerine arkadaşların geçtiğini
biliyorum ve arkadaşların artık merkezinde olduğunu, bir zamanlar ki yakınlığımızı
düşünerek özlemle izliyorum. Bazen çok gergin olup yanına bile yaklaşılamıyor,
dinlemek ne mümkün, bir de bildiği gibi hareket edebiliyor. Her şeyi kendisi
biliyor havalarında tepkiler verip iki keçi gibi inatlaşırken bulabiliyorum
kendimi.
Bazen de süt dökmüş
kedi gibi yakınıma yanaşıyor. Çok rahat konuşup, birbirimizle paylaşımda bulunabiliyoruz
eski günlerdeki gibi. Bazen yaşadığını anlatırken kafasının ne kadar karışık
olduğunu görünce annelik duygusu ile şöyle değil, böyle olsa deyip koruyucu bir
tavırla önüne atlamaya hazırlansam da sonra farkedip tutuyorum kendimi. Bir
yandan yakınlık isteyip bir yandan uzak olmaya ihtiyaç duyduğunu, kendinin de
bu duygu ikilemi içinde karışmış olduğunu ve bazen ne yapacağını bilmediğini çok
net hissedebiliyorum. Kimliğini oluşturma sürecinde bizlerden uzaklaşmaya, ayrı
kalmaya ihtiyaç duyduğunu, yetişkin olma yolunda kendi kendine ayakta durma
çabalarıyla yaptığı yanlışları veya bile bile duvara çarpma girişimlerini
annelik duygularıma gem vurarak seyretmek çok kolay olmuyor. Zaman zaman yaptıkları,
yaşadıkları karşısında, nutkum tutulup kaygı ve kızgınlık duygularımla kendimi
yesem de, düşe kalka büyüyecek diyerek çoğunlukla sakin kalmaya çalışıyorum.
Öncelikle her
ergenin farklı bir karaktere sahip ve ergenlik süreçlerinin
birbirinden farklı olduğunu bilerek her süreci bireysel değerlendirmek önemli ancak benim
gözümden ve dilimden ne yapabiliriz? Sorusuna şu tiyoları verebilirim.
·
Bizim
yakınlaşmak istediğimiz değil, onun duygusal olarak yakınlaşmak istediği ve
hissettirdiği zamanları anlamaya ve o zaman yakınlık isteğine karşılık vermeye
çalışmalıyız.
·
Belli
zaman aralıklarıyla bir araya gelebileceğimiz aile ritüelleri oluşturmak, aile içi
iletişimi destekleyecektir. Ama bu paylaşım zamanlarınız iletişiminizi
etkileyecek telefon, vb. ‘den bağımsız olmalı. Tamamen birbirinizi dinlemeye
odaklanacak zamanlar olmalı. Bu ortak programlarımıza ailedeki herkesin
uymasını beklediğimizi hissettirmeliyiz. Bazen
bizim oğlumuz da ailece oluşturduğumuz ortak rutinlere gelmemek ya da
katılmamak için mırın kırın yapıyor ama aldırmamaya çalışıyoruz. Sonra katılıp
da keyif alınca duygusunu çaktırmamaya çalıştığını da fark ediyoruz. Kendi
kendine kalmak istediği ya da gelmek istemediği farklı durumları beraber
konuşup isteğine saygı duymaya özen gösteriyoruz.
·
Zor
da olsa, artık anne baba olarak hayatının merkezinde olmadığımızı kabul etmemiz
gerekiyor. Ortak oluşturduğumuz sınırlar içinde ergen çocuğumuza alan bırakmak
ve sürekli bu alana müdahale etmemek de iletişimi karşılıklı rahatlatacaktır. Kendine ait alanlarda kendini yetişkinliğe
dönüştürecek farkındalıklarını artırıp kendini tanımaya ve tanımlamaya
çalıştığını hatırlamamız önemli. Kısaca
her şeyi görsek de görmemeye, duysak da duymamaya çalışmak gerekiyor.
·
Hem mesleki deneyimlerim hem de her iki
cinsten olan çocuklarımdan gözlediklerim iletişim tarzı anlamında erkek kız
farkı muhakkak ki oluyor. Ergen annesi olarak diyebilirim ki, çok konuşarak,
çok soru sorarak sürece dahil olamayacağımızı anlıyorum. Şunu gözlüyorum, az ve
öz konuşmak ve soru sormak, paylaşım
konusunda daha rahat adım atmalarına yardımcı oluyor. Sorularımı anlamak için
sorduğumu düşünsem de, sorguladığımı sandığı ya da bir şeyleri ona anlatmak
için konuştuğumda, kafasında dır dır yaptığımı veyahut biraz heyecanlanıp
yüksek perdeden konuştuğumda kızıp tepki verdiğimi düşündüğü zamanlar
olabiliyor, o zaman da geçiştiriyor ya
da kendini kapatıyor, anlatmamayı tercih ediyor. O yüzden “ne olursa olsun en
yakınındakiler bizleriz, istediğin zaman buradayız, her ne olursa olsun gelip bizimle
paylaşabilirsin.” mesajını vermek, paylaşmak için yanımıza geldiğinde
yargılamadan, eleştirmeden iyi bir dinleyici olup, ne anlatmaya çalıştığını
anlamaya çalışmalıyız. Bazen telaşlı anne babalar için ergenin konuşmasını beklemek, o
gelmeden hafiyelik yaparak durumu anlama girişimlerine neden olabiliyor. Paylaşması
için beklemek hiç kolay olmasa da, özeline saygı duyarak, konuşmaya zorlamadan
ilgi alanlarını, meraklarını takip ederek, sohbet zamanlarında kendimizden
konuşarak iletişim alanlarını hep açık tutmaya çalışıyoruz. Anneler olarak bizler babalara göre daha
hararetliyiz, arada babalar sakinliği öneriyorsa dinlemeyi öneriyorum. J
·
Ergenlerle
paylaşım, ortak etkinlik alanlarında daha rahat olabiliyor. Yürürken, beraber
spor yaparken, arabada giderken, yemek
yerken, yüzerken göz kontağı da az olunca karşı tarafın tepkilerine
odaklanmadığı için daha etkili iletişim kurulabiliyorlar. Oturup sohbet edelim kısmına icazet etme
konusunda istekli olmayacağını bilerek alınganlık yapmamak gerekiyor.
·
Evde
birilerinin duyguları yoğunlaştığında ortalığı sakinleştirecek birlerinin
olması bu dönemde önemli çünkü duygusal med cezirlerde karşılıklı yükselme
şansımız olmadığını yaşayarak görüyorum. Tepkilerini kişiselleştirmeden o anda
sakinliği korumak ve sakinlediğinde konuşmak en iyi noktalardan biri. Verdiği
tepkiler karşısında benim de hararetlendiğim zamanlar olsa da, kendi kendimi
rahatlatmaya çalışıyorum. Yanından uzaklaşıyorum, konuşmayı hemen
bitiriyorum. O da bunu istediğini
hissettiriyor. Öyle bir durumda yanında kalıp kendimi anlatmaya çalıştıkça daha
da geriliyoruz. O anda arada giden tenis topunu durdurması gereken kişiler, yetişkin olarak bizleriz. Ama yaşanan
duruma göre tepki vermek, sınırı koymak önemli bir nokta. Nerede durması gerektiğini göstermeye
ihtiyaç duyuyorlar, istemiyor gibi gözükseler de. Kızdıysak kızgınlığımızı,
üzüldüysek üzüntümüzü, uyulması gereken bir kuralsa uymasını açık ve uygun bir
dille hissettirmeyi önemsiyorum. Her ne olursa olsun hiçbirimiz robot değiliz.
Tabi ki ebeveynler olarak bizler de kızacağız, üzüleceğiz, yaşadığımız duyguyu
açıklıkla göstereceğiz.
Duyguların da
paylaşılmasının aradaki etkileşimi geliştirdiğini düşünüyorum. Dans ederken
birbirimizi yönlendirmemiz gibi, bu yönlendirmeyi ancak paylaşarak yapabiliriz.
Son dönemde anne babalar çocuklarıyla yaşadıkları olaylarda duygularını ya da
sınırlarını göstermemeyi sabırlı davranmak olarak tanımlıyorlar. Ben öyle
olmadığını düşünüyorum. Yaşanan olay karşısında yüzünüz hissettiğinizi
göstermiyorsa bu, sahte bir ilişkiyi de beraberinde getiriyor. Ben buna poker
face etkileşimi diyorum. Neyse bu başka yazının konusu olsun diyelim.
Anne babalar
olarak ergenlerden önce, esas bizim ebeveyn olarak bu sürece kendimizi
hazırlamamızın önemli olduğunu yaşadıkça görüyorum. Karşımızda hala küçük
çocuğumuz olmadığını, büyüyüp geliştiğini ve bir yetişkine dönüştüğünü kabul
ederek bizim manevralarımızı revize etmemiz gerekiyor. Kendimizi eğitmemiz, “ben ne yaparsam, iletişimimiz
daha rahatlar?” gibi kendimizi ara ara değerlendirmemiz önemli.
Hem fiziksel
olarak hem de duygusal olarak kapıların kapanmasına, biz ebeveynlerden
kendilerini soyutlamalarına, sırlarının, sınırlarının olmasına, karşımızda
yetişkin olma yolundaki kimlikleriyle durmalarına bizim alışmamız gerekiyor. Ne
kadar çabuk alışır ve sürece kendi yaşantılarımızın telaşı ve duygularından
bağımsız dahil olabilirsek karşılıklı bu dönemi rahatlatırız.
Kendimi biraz
sorguladığımda, bir şeyleri kaçırmamak adına, kolay takip edebilmek adına,
kontrolü sağlamak, korumak, belki de anne baba olarak çocuğumuz gözünde var
olan otoritemize sahip çıkmak adına bizler panik olup verdiğimiz tepkilerle süreci
gerebiliyoruz. Ergenlik, çocuğumuzun, bir ilizyon içinde gözümüzün önünde
ortadan kaybolup sonra yetişkin olarak geri döneceği bir süreç. Dağıldığı,
raydan çıktığını düşündüğümüz zamanlar olsa da, temel aile iletişimi,
etkileşimi iyi olan her ergen toparlanıp yoluna devam ediyor, o yüzden sakinliğimizi
koruyabilmemiz önemli.
Benim de anne olarak kaygılarımın arttığı
dönemlerde eşimin baba gözüyle beni rahatlattığı gibi diyeceğim o ki; “Rahat olun, çocuğunuzun halledeceğine inanın.”
Bu süreçte ebeveyn olarak tedirgin olmamız gayet normal ama her şeyin yoluna
gireceğini bilerek sakin kalabilmeli, her davranışı, her tepkiyi, her yapılanı
irdelememeli, sınır ve kurallar çerçevesinde hayatı deneyimleyip yaşamasına biraz da bağrımıza taş basarak fırsat vermeliyiz.
Teknenin uzaklaşması
ve yeni limanlara yelken açması gerekiyor. Yeni bir limana doğru giderken bazen
çıkan rüzgarla boğuşup alabora olmamaya çalışması, bazen durağan deniz de sebat ederek yoluna
devam etmesi ve bu süreçte teknenin aldığı darbelerle baş etmesi gerekiyor.
Bize düşen ise tekne, suda ilerlerken sahil güvenlik rolü üstlenebilmek, sahilden
dürbünle denizde yol alan tekneyi gözlemek ve ara ara yön verecek çerçeveyi
oluşturup iletişimi kurmak. Bununla beraber en önemlisi onlara güvendiğimizi,
ne olursa olsun yanlarında olduğumuzu ve sevdiğimiz hissettirmek.
Bizim gemi limandan
uzaklaşmaya başladı ve açık denizlere doğru yol alıyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder